Ünlü çelist Pablo Casals’a bir hayranı, konser sonrasında kulise giderek heyecanla şöyle der: “Üstat, ne çaldınız ama!” Casals da yanıtlar: “Ne yazıyorsa onu…”  Elbette esprili bir yanıttır bu. Ne de olsa yaşamış en büyük müzisyenlerden biridir Casals. 

Notada yazan, yazmayan konusu müzik camiasının kafasını kurcalayıp durur. Açıkçası, Beethoven’dan günümüze yazılan “örgün müzik” eserlerinde, besteciler, tam olarak eksiksiz bir biçimde eserlerini kağıda geçirmekte ve icracının kendi zevkine göre katkıda bulunması için yer bırakmamaktadır. Başka hiçbir müzik türü bu denli sıkı şekilde işlenmemektedir. Ancak diğer müziklerin, ses kayıt teknolojisinden sonra ortaya çıktığını da unutmamak gerekir. Caz müziğinin temelleri atılırken kayıt imkanı pek yoktu ancak yine de hemen hemen tüm caz tarihinin kaydedildiğini söyleyebiliriz. Fakat klasik müzik olarak anılan türün kayıt arşivi, buzdağının görünen kısmı kadardır. Peki nota yazısı, sadece bu yolla günümüze ulaşmış klasik müziğin ne kadarını saklamaya yetebildi? 

Nota, sesleri kağıt üzerinde kodlamaya yarayan alfabedir. Peki bir alfabe, sesleri eksiksiz yansıtmakta ne kadar başarılıdır? Özellikle anadili Türkçe olan bir okuyucu kitlesine hitap ettiğim için daha mutlu olamazdım. Sevgili okur, şoke olmaya hazır mısın?  Hiçbir dil, yazıldığı gibi okunmaz. Evet, Türkçe de dahil. Sanılanın aksine Türkçe, yazıldığı gibi okunan bir dil değildir. Zaten konuşma gibi karmaşık bir ses dizilimini harflerle kodlamak, imkansız değilse de en azından 29 harfle mümkün olacak bir şey değildir. Bir dili eksiksiz olarak kodlayabilmek için binlerce harf kullanmak gerekir ve bu da okuma güçlüğü doğurur. Sesin kağıda aktarılırken neler kaybettiğini hayal etmek için 4K çözünürlükteki bir sinema filmini 144p olarak izlediğinizi düşünün. Aslına bakarsanız 29p demek daha doğru olur. 29 renkli pastel boya seti ile resim yapmaya benzer, konuşma dilini yazı diline dökmek. Kırmızı için bir tane boyanız vardır ancak kırmızı rengin çeşidi çoktur: Bordo, Burgonya, Falu, Koyu Kırmızı, Alizarin,   Kiraz, Gül kurusu, Şarap rengi, Kıpkırmızı, Kımızı, Cart Kırmızı, Kardinal, Açık Kırmızı, Mercan… 

R harfi ile biten sözcükler düşünelim; tebeşir, bir, kömür, bayır, kar, berber, keder, çamaşır. Sonu R ile biten sözcükleri telaffuz ederken dikkatlice dinlerseniz, aslında R harfi yerine ş ile j arası hışırtılı bir ses çıktığını duyarsınız. Anadili Türkçe olmayan yabancı insanlar, konuşmalarımızdaki bu hışırtıyı daha iyi duyarlar. Çünkü onlar, sözcükleri tanımadığından ve yazılışının nasıl olduğunu bilmediklerinden ötürü, bizim farkında bile olmadan çıkarttığımız sesleri daha rahat fark ederler.  Ayrıca gelecek zaman kipi olarak kullandığımız -ecek, -acak ekleri de yazıldığı gibi okunmaz. Yapacağım, edeceğim demeyiz konuşurken; yapıcam, edicem, deriz. Ancak imlâ kuralları gereği konuştuğumuz şekilde yazamayız. Bir de şu sözcükleri düşünün; kâğıt. lâle, imlâ. A harfinin üstündeki şapka, kendisinden ziyâde, önceki harfi inceltir. Kar ile kâr telaffuz edilirken K harfi başkalaşır. Ancak K harfinin üstünde bir işaret konulmaz, şapka, A harfine konur.

İşte klasik müzik de böyledir. Besteciler, çoğu zaman piyanoda uzun uzadıya doğaçlamalarla vardıkları örüntüleri notaya döktüklerinde, tam olarak çaldıkları müziği yansıtamazlar. Yansıtmaya çalıştıklarındaysa tıpkı binlerce harfli bir alfabe kullanmak gibi, karmaşık ve okuma güçlüğü dolu bir notasyon ortaya çıkar. Unutulmamalıdır ki nota yazısı, Pisagor’dan günümüze bir gelişim göstererek ortaya çıkmış ve orta çağda, kilisedeki duaları not etmek için kullanılan basit bir yöntem idi. Dolayısıyla Bach, Beethoven, Mahler, R.Strauss, Prokofiev gibi bestecilerin eserlerini ifade etmek için tasarlanmamıştı. Bugün kullanılan güncel nota yazısı, yaklaşık dört yüz yaşındadır. Monteverdi de müziğini ifade etmek için bu yazıyı kullanıyordu, Şostakoviç de. Bu bile aslında notasyonun müziği ne kadar hırpaladığının bir kanıtı sayılabilir.


Bela Bartok’un halk müziğinin kökenini araştırırken köylülerin söylediği türküleri önce ses kaydına alıp ardından titizlikle notaya geçirmesi, nota yazısının olanakları açısından müthiş bir örnektir. En ince detayına kadar, neredeyse tamamen notaya geçirebilmiştir, ancak eserlerinde kullanırken biraz sadeleştirmeyi tercih etmiştir. Bunun sebebi, büyük ihtimalle, çok sayıdaki ufak detaylar yüzünden müziğin akışkanlığının gölgelenmemesi içindir. Müziğin notaya aktarılırken nelerden feragat etmek zorunda olduğunu düşünmeye çalışalım. Bach’ın, Mozart’ın, Beethoven’ın kafalarında duydukları müziği kağıda geçirirken ne kadarını aktarabildiklerini düşünmüş müydünüz?

Beethoven özellikle, tüm zamanların en büyük doğaçlama ustası olarak anılır. Doğaçlama çalarken, eşi benzeri görülmemiş bir renk paletiyle sonsuzlukta çağlayan sesler yarattığı söylenir. Fakat nota yazısı, şaşırtıcı derecede sadedir. Hattâ çağdaşlarının bile gerisinde bir yazı tekniği kullanmıştır. Bunun iki sebebi vardır. İlki, müziğinin içeriği, biçimi ve anlatım gücü, öyle yüksektir ki aşırı detaylı bir notasyon kullanımı, deformasyon yaratmaktan başka bir işe yaramaz ve sanılanın aksine, icracıyı olumsuz yönde sıkıştırır. Bir diğer sebep ise Beethoven’ın ilk “freelance” besteci olmasıdır. Hiçbir kuruma maaşlı olarak bağlı olmadan, geçimini eserlerinin basımından kazanmaktadır. Günümüzde ideal gelirli ailelerin küçük kızlarını bale ve piyano kursuna göndermeleri gibi, o dönemde de varlıklı insanların piyano çalma merakı vardı ve Beethoven’ın eserleri, profesyonel müzisyenler kadar  amatör müzisyen kitlelerince de rağbet görüyordu. Fazla karmaşık bir yazı dili, amatörleri bu eserlerden uzaklaştırabileceğinden ve basım evleri de satılmayan eserleri basmaya yanaşmayacağından, Beethoven, yalın bir nota yazısı kullanmayı tercih etmiştir.

Şimdi düşünürsek, notada yazanları harfiyen uygulamaya çalışmak, bizlere kazanç mı sağlıyor yoksa müziğin kendisiyle icracı arasında koca bir engel mi teşkil ediyor? Bana kalırsa nota, sadece bir araç olarak düşünülmeli. Besteci ne düşlemiş, bunun ne kadarını yazabilmiş? Yukarıdaki resimde görünen ünlü otoportre, müzikle nota yazısı arasındaki uçuruma güzel bir örnek olabilir. 

Yazar: Orçun Orçunsel

Yorum Yaz