Berlin Filarmoni Orkestrası’nın dijital arşivindeki bestecilere bakalım; her bestecinin yanında arşivde yer alan eser miktarı belirtilmiş. Yani konser programlarında ne sıklıkta yer verildiklerini bu sayılardan anlayabiliriz. 83 eser ile Beethoven, en üst sırada yer alıyor. Bunu takiben Brahms 69 kez çalınmış, Mozart 56, Mahler 55, Ravel 46, Richard Strauss 45, Stravinsky ise 40 kez programda yer almış. Bu orkestranın genelde geniş kadrolu eserler icra eden bir orkestra olduğunu da belirtmek gerekir.

Yaşamış en büyük piyanistlerden Emil Gilels‘in hayatı boyunca verdiği konserlerde Beethoven 656 kez yer almış. Çaykovski 244, Prokofiev 223, Chopin 203 ve Brahms ise 180 kez. Gilels şüphesiz en büyük Beethoven yorumcularından biriydi ancak özel olarak Beethoven üzerine bir spesiyalistliği olduğu söylenemez. Buna rağmen konser salonlarının duvarlarında, piyanosundan en çok Beethoven yankılanmış.

Emil Gilels

İki örnekle genellemeye varmak sağlıklı olmasa dahi Beethoven’in diğer bestecilere göre açık ara fazla dinleyiciyle buluştuğu söylenebilir. Kendisinden altı kat daha çok eser yazan ve hem ekonomik anlamda hem de zorluk bakımından icrası görece daha rahat olan, hattâ siz bu sözcükleri okurken bile dünyanın yüzlerce yerinde eserleri çalınan Mozart bile Beethoven kadar sık tercih edilmiyor. 2020 itibariyle iki yüz elli yaşına basan Beethoven’ın ses dünyası, günümüze daha yakın yaşamış bestecileri bile geride bırakıyor. Bunun sebebine kanaat getirmek bir müzisyenin tümel olarak altından kalkabileceği bir sorumluluk değilse de en azından sanatsal içerik olarak Beethoven’in eserlerinin nasıl hâlâ capcanlı ve bugün yazılmışcasına geçerli olduğuna dair birkaç kapıyı aralayabileceğime inanıyorum. 

Öncelikle yazının başlığında müzisyen veya besteci yerine sanatçı ifadesini kullanmamın bir sebebi var. Beethoven, müziği sadece müzik yani ses kompozisyonu olmaktan çıkartıp, kendine ait mesaj taşıyan, insana dair tüm duyguları barındıran ve bu dünyanın trajedisini omuzlarında taşıyan bir insanın kalbinden, dinleyenin kalbine doğrudan seslenen bir sanat haline getirmiştir. Eserlerindeki örüntüsel bütünlük, retorik yoğunluk ve daha derin anlam barındırması, insanı entelektüel olarak, sadece müzik dinleme eyleminden ibaret olmayan bir bilince uyandırır. Günlük hayatın sıkıcılığından kurtarmakla kalmaz, bestecinin ruh hali ve düşün evreni arasında köprü oluşturur. Beethoven bir filozoftu. Fransız devriminin ateşiyle, özgürlük, eşitlik ve doğruluk inancıyla tutuşan bir ruha sahipti. Eserlerinde kimseyi memnun etme çabasına rastlanamaz. Notaları sırf güzel duyuluyor diye bir araya getirmişliği yoktur. Öyle ki her nota, en ufak aksana, noktasına, virgülüne kadar tam da olması gereken yerdedir. Ne eksiktir ne de fazla. Görünmez ağlarla birbirlerine sıkıca bağlıdırlar. Ustası olduğu doğaçlama müzik yaratma  becerisiyle, müziği konuşma raddesine ulaştırabilmiş yegâne bestecidir. Amacı insanlığı sarsmaktır. Sarsıp, kendine getirmek. İnsanlığın gittiği yolun doğru bir yol olmadığını, başka bir yoldan gitmek gerektiğini söyler. Amacı, konser salonuna gelen insanlara bir müzik ziyafeti sunmaktan çok, onların salondan başka birileri olarak ayrılmalarını sağlamaktır. İnsanı daha iyi, daha dürüst, daha sevgi dolu olmaya teşvik eder. Günümüzde ise O’nun ortaya koyduğu bu anlayışa daha çok ihtiyacımız olduğu kesin.

Sözgelimi, bir alışveriş merkezine girdiğinizde kapıdaki görevli size “hoşgeldiniz” der. Bu riyakârlığın sebebi ise sizi psikolojik olarak manipüle etmektir. Araştırmalara göre, kapıda hoşgeldiniz denmesi, hırsızlık riskini azaltıyormuş. Alışveriş merkezleri, özellikle de yeni olanlar, sizin aradığınız şeyi daha kolay bulmanız için değil,  daha çok vitrinin önünden geçmenizi sağlayacak şekilde tasarlanmıştır. Ayrıca bütün fiyatlar 99.90 gibi alay edercesine sahtelik dolu bir şekilde belirlenmiştir. Alışveriş merkezinin dışında da hayat pek farklı değildir. Her şey öyle kirli, çürük ve âdîdir ki sabahları yataktan adımınızı attığınız anda sizin maddi veya manevi olarak bir şeyler kaybetmenize yol açacak olaylar silsilesinin içine düşersiniz. İşte Beethoven’ın sanatı sizi bundan kurtaran bir kaçış gibidir. Eserlerini dinlerken veya çalarken kendinizi hiçbir sahteliğin, yalanın, aldatmacanın olmadığı bir evrenin içinde bulursunuz. Eserlerinin hakkını vererek çalabilmek için müzisyenin konfor alanını terk etmesi gerekir. Bu sayede de eserleri, müzisyeni yukarı taşır. 

Beethoven’ı klasik dönem ile romantik dönem arasında bir köprü olarak kabul etme düşüncesi yaygındır ancak Beethoven, tanıma sıkıştırılamayacak kadar zengin bir içeriğe sahiptir. Kendinden önceki Bach, Haendel ve Haydn gibi devlerin ortaya çıkarttığı tüm estetiği özümseyip, genişleterek, kendi kurallarını koyarak yoğurmuş ve kendinden sonra gelen tüm kuşakları etkisi altında bırakmıştır. Schubert, Schumann, Brahms, Liszt, Wagner, Mahler, Schoenberg ve Shostakovich gibi bestecilerdeki Beethoven etkisi, iki yüzyıla yayılan müzik anlayışında izler bırakması bakımından biriciktir. Sanat tarihine böyle bir damga vurman, senfoni, sonat ve yaylı dörtlü (ve hattâ konçerto) biçimlerini söylenecek söz bırakmayacak kadar genişleten bir başka besteci daha yoktur. Adeta, kendi müziğini duyamayacak kadar sağır bir adamın ses mirasını, tüm müzik camiası sırtlamış gibi değil mi?
     

Yazar: Orçun Orçunsel

Yorum Yaz